Ayak Yalın Baş Açık: Fatsa Çocuk Korosu

Türkiye siyasi tarihinde parmakla gösterebileceğimiz, devrimci yerel yönetim deneyimiyle dilden dile anlatılan ve birçok kez kaleme alınan Fatsa’nın hikayesi, 1979 yılında Devrimci Yol’un, Terzi Fikri’nin belediye seçimlerini kazanmasıyla başlıyor. 1979-1980 arası Fatsa’da yaşanan yerel yönetim deneyimini biricik ve anlatmaya değer kılan her şeyin yanında pek de göze görünmeyen bir gerçeğe mercek tutabilmek gerekiyor. Fatsa’daki yerel yönetim deneyiminde “halk” yalnızca yetişkinlerden oluşmuyor. Çocuklar, bu deneyimin içinde sosyokültürel gelişimlerinde süratli bir öğrenmeyle büyüyor, gelişiyor ve -en ilgi çekici kısmı- yaşama katılım gösteriyor. Fatsa’ya biraz daha yakından, çocukların hizasından bakalım istiyorum. Çünkü Fatsa’nın hikayesi, Türkiye’de çocukların tarihine dair anlatmaya değer bir hikayeyi de içeriyor. Bu hikayenin içinde Fatsa ve çocuklar deyince ilk akla gelen ise Fatsa Çocuk Korosu oluyor.

Fatsa Çocuk Korosu

1969 yılında (Ordu) Perşembe Öğretmen Okulundan mezun olan Ahmet Özdemir, Ordu’da ve Fatsa’nın köylerinde öğretmenlik yapıyor. 1979 yılında Fikri Sönmez Fatsa belediye başkanı seçilince öğretmenlikten istifa ederek belediyenin halkla ilişkiler bölümünde görev almaya başlıyor. Demokrasi okulu olarak tanımladığı halk komitelerinde ve halkın örgütlenmesinde aktif rol alıyor (Mavioğlu, 2008). O dönem müzik öğretmeni olan Mehmet Gümüş’ün kurduğu Fatsa Halk Korosu’na katılıyor ve Gümüş’ün teknik desteğini de alarak Fatsa Çocuk Korosu’nu kuruyor (Uyan, 2004). Ahmet Özdemir, koronun kuruluşunu ve çocukların bazı deneyimlerini şöyle anlatıyor:

“Fatsa Çocuk Korosu’nun yöneticisi ve örgütleyicisiydim. Halkın yönetime katılımı, çocukların da yönetime katılımını içeriyordu. Özellikle 1980 Nisan ayında düzenlenen Halk Kültür Şenliği öncesinde tiyatro, müzik çalışmaları yapılıyordu zaten. Bir de çocuk koromuz olsun istedik. Mesleğim öğretmenlik olduğu ve müzik de ilgi alanıma girdiği için hemen görevi üstlendim. Çocukları seviyor ve onlarla kolaylıkla ilişki kurabiliyordum. Bu açıdan da herhangi bir sıkıntı yaşanmadı. Müziğe yetenekli çocukları okullardan seçtik. Çocukların derslerini aksatmaması için kurduğumuz koroyu zaman zaman bölüyorduk. Örneğin ODTÜ Şenliğine iki kez katıldık, bir grup birincisine, diğer grup ise ikincisine gitti. Keza Artvin’e, Fatsa’ya yakın bölgelere gittiğimizde de benzer yöntemleri izliyorduk. Çocuklar gittikleri yerlerden çok şey öğrenmiş ve kendilerini geliştirmiş olarak dönüyorlardı. Zira oraya gidildiğinde soruları bize değil, oradaki insanlara sormaya alıştırmıştık onları. Gidilen yerlerde de insanlar, Fatsa ile ilgili sorularını öncelikle çocuklara yöneltmek zorundaydılar. Biz ancak cevap eksik kalırsa devreye giriyorduk. Yani Fatsa’yı dışarıda temsil etmek asıl olarak çocukların işiydi. 

Bu çocuklar mitinglere, ‘Devrimci Çocuklar’ pankartıyla katılıyorlardı. Kendi eylemlerini de kendileri örgütlüyor, diğer çocukların katılımı için sınıflara girerek konuşmalar yapıyorlardı. Çocuklar biraz ayna gibiydiler. Önyargıları yoktu. Durumu olduğu gibi yansıtıyorlardı. O nedenle ben bunun hazzını içimde çok hissettim. 

Avrupalı bir heyet gelmişti; Almanya’dan, İsviçre’den, Hollanda’dan, aralarında rahiplerin de bulunduğu karma bir heyetti bu. Fatsa’da da birtakım temaslarda bulunan heyet, Fatsa Çocuk Korosu ile de görüşmek istemişti. Çalışmamızı izledikten sonra sorular sormaya başladılar. Yabancı heyetin bu soruları çocuklara oldukça klasik geldi. ‘Ne zaman başladınız, kaç kişi var koroda?’ gibi sorular. Çocuklar bu sorulara yanıt verdiler ama diyaloglardan pek de tatmin olmuş görünmüyorlardı. Soru sorma sırası çocuklara gelmişti. Bir tanesi kalktı heyete dönüp, ‘Buraya gelişinizle Devrimci Yol hareketi arasında bir bağlantı var mı?’ diye sordu. Bir başkasının sorusu; ‘Almanya’da Devrimci İşçi var mı, onların faaliyetleri nasıl?’ idi. Diğeri, ‘Baader Meinhof örgütü, sizce nasıl bir örgüt?’ sorusunu yöneltti. Çok ilginçtir bir başkası da şunu sordu: ‘Nazi savaş suçlularına Alman hükümetinin tavrı nedir?’ Heyettekiler bu sorular karşısında dondu kaldı. Bu soruları çocukların sorabileceğine inanamadılar. Oysa böyle bir soru-cevap çalışması hiç yapmamıştık. Tamamen kendi içlerinden gelen soruları sormuşlardı. Avrupalı heyetin değerlendirmesi, ‘bu çocuklar fazla politize’ şeklindeydi. Bu eleştiri bize Ankara’dan gelen bir grup arkadaş tarafından da yapılmıştı; söyledikleri şarkıların içindeki politik kelimelerin çocukların hayata bakışını fazla etkilediğini söylemişlerdi. Ben bu tespitleri yapan arkadaşlara, ‘Yaşadıkları ortam ister istemez bu sonucu doğuruyor,’ demiştim.” 

(Ertuğrul Mavioğlu, Bizim Çocuklar Yapamadı: Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3, İthaki Yayınları, 2008)

Mitinglere “Devrimci Çocuklar” pankartıyla katılan, Avrupalı heyete fazla politik sorular yönelten, söyledikleri şarkıların içinde yetişkinlerin öznesi olduğu politik mücadelelerin kelimeleri olan bu çocuklar neler görüyor, neler duyuyor, neler yaşıyordu? Fatsa’yı dışarıda temsil etmenin çocukların işi olduğunu söyleyen Özdemir’in, diğer yandan da bu misyonun çocuklara yetişkinler tarafından yüklenmediğini ifade etmesi kafa karıştırıcı kabul edilebilir. Bu yüzden çeşitli soruların içimizde yankılanması da kaçınılmaz. Çocukların bu kadar politize olmaları, edilgenlikle, maskotlukla mı gerçekleşiyordu? Örneğin “Devrimci Çocuklar” pankartı nasıl oluşmuştu? Çocuklar Fatsa’nın ve Devrimci Yol’un maskotu muydu? Çocuk katılımına özellikle ilgi duyan bir çocuk hakları savunucusu olarak bu soruların yerinde sorular olduğunu düşünüyorum. Bu soruları sorarak hikayenin devamına, çocukların deneyimlerine ulaşabilmek mümkün. En sağlıklı yanıtları da o günün çocuklarından alabileceğimize inanıyorum. Bu inançla da karşıma pankartın hikayesini anlatan bir koro üyesi çıkıyor: Leyla Gedik. 

Biz her şeyi duyuyorduk… Oyunlarımız bile farklıydı, sapanlar yapıyorduk, taşlar topluyorduk ‘şiş göbek’ avlamak için. ‘Çamura son’ kampanyasını anımsıyorum. Her kademeden sevdiğiniz insan hep beraber çalışıyor. Kapınızın önü yapılıyor. Siz onlara su taşıyorsunuz. Onun verdiği haz var, katkınız var. Birlikteliğin bilincindesiniz. Hepimiz fındık üreticisiyiz, sıkıntıları biliyoruz. ‘Fındıkta sömürüye son’ mitingleri yapılıyor. Bizim katkımız ne olabilir diyorsunuz. Çocuk korosu olarak görev listesi çıkarıyoruz. ‘Güçlüyüz, pankart taşıyabiliriz’ diyoruz. Pankartımıza Dev-Çocuk yazmayı kararlaştırıyoruz. (…) Dev-Çocuk ismini tartışmalar sonucu almıştık. Bir sevgi atmosferi vardı aramızda. Mutluyduk. Çocuklar seviliyordu, büyükler seviliyordu. Her taraftan sevinç fışkırıyordu. Dünya günlük güneşlikti. Fatsa için sıkça ‘çocuklar kullanıldı’ denir. O noktadan bakarak yaşananı anlayamazsınız. Oysa biz çok uyanıktık. Hem yetiştirme tarzımızdan  hem de o özgür ortamın verdiği bir şey nedeniyle… Her şeyi soruyorduk, öğrenmeye çabalıyorduk. Şimdi düşünüyorum, bize verilen cevaplar güzel şeylerdi…” 

(Sezai Sarıoğlu, Doğusu Batısı Olmayan Sözcükler, Çiviyazıları Yayınevi, 1996)

Leyla Gedik’in anlatısında çocukların katılım hakkını nasıl hayata geçirmeye çalıştığını ve bu katılım deneyiminin etkilerini görüyoruz. Sezai Sarıoğlu’nun Nar Taneleri’nde Leyla Gedik’le yaptığı daha genişletilmiş söyleşide de katılım vurgusu devam ediyor. 

“O yıllarda Fatsa’da oldukça yaygın olan, kadınların dayak yemelerine ve kumara karşı devrimciler kampanya sürdürüyordu. Sokakta bir kadını üzgün görsek koşa koşa belediyeye gidip ‘Şu kadını üzgün gördük, bir araştırın bakalım, sorunu neymiş…’ diye ‘suç duyurusu’nda bulunur, bunları çalım satarak ablalarımıza abilerimize anlatırdık… Yani, politikaya da biraz erken başlamıştık…” 

(Sezai Sarıoğlu, Nar Taneleri: Gayrıresmi Portreler, İletişim Yayınları, 2018)

Her ne kadar o dönem çocukların bu politik atmosferde “yetişkinler tarafından politize edildiği” iddia edilse de çocukların öğrenme becerilerine uygun bir şekilde çevrelerindeki sosyal, kültürel, politik dinamikleri öğrendiğini söyleyebiliriz. Bu uygunluk, öğrendikleri, duydukları, söyledikleri ve yaptıkları her şeyin tamamen çocukların yaşına ve gelişimine uygun olduğunu elbette göstermiyor. Öğrenme becerilerine uygun bir şekilde yaşadıklarını, bireysel ve kolektif olarak yerel yönetimin etkisiyle edindikleri katılım deneyimlerini görmek gerekiyor. Üstelik zaman ve mekan fark etmeksizin tüm çocuklar için -Malaguzzi’nin de ifade ettiği üzere- çevre üçüncü öğretmen görevi görüyor. Ve hiçbir çevre, çocuğun içinde yetiştiği hiçbir sistem politikadan ayrışmış değil. Yaşamın ve insan gelişiminin politikadan azade bir gerçekliği olduğundan bahsetmeyi yeterince olgunlaşmamış bir bakış açısı olarak görüyorum. Tüm çocuklar kendi mikrosistemlerini etkileyen makrosistemin koşullarıyla büyüyor. Örneğin Fatsa’da çocukların yerel yönetime, halk komitelerinin aldığı kararlar doğrultusundaki işleyişe informal bir katılım gösterdiğini görüyoruz. Bugünkü gibi belediyeye bağlı bir çocuk meclisi kurulduğunu, çocukların yapılandırılmış bir mekanizma içinde katılım haklarını hayata geçirdiğini görmüyoruz. Daha çok gündelik pratikler ve yaşamın akışı içinde çocukların hayata katıldığını anlıyoruz. Bugün, bir yetişkin olarak “Gündelik olan politiktir” diyorsanız bunun yalnızca yetişkinler için geçerli olmadığını düşünmeniz de zor olmayabilir. Yetişkin merkeziyetçilikle “politiktir” dediğimiz her şeyin çocuklar için de geçerli olduğunu görebiliriz. Okula giden bir çocuğun ve işe giden bir yetişkinin aynı aydınlanmamış sabaha uyanması nasıl politikse… 

Leyla Gedik’i dinlemeye devam edelim: 

“Fatsa bir masal diyarıydı. Büyüklerimize öykünürdük. Hiç unutmam gecenin bir vakti duvarlara yazılar yazmış ve altına ‘Devrimci Çocuklar’ imzası atmıştık. Büyüklerle aramızda önderlik sorunu bile vardı. Söz, yetki ve karar çocuklardaydı. Çocukların, kendilerine ait, özerk, naif bir yaşam biçimi vardı. Demokrat gazetesinin çocuk sayfasını, kitap sayfasını okurduk. Bir belediye başkanı bize Samed Behrengi’nin kitaplarını göndermişti. Bu kitapları çocuklara dağıtmak için örgütlendik. Kimin dağıtacağı bile haz ve gurur kaynağıydı. Dağıtımın başında ben durmuştum, bir keyif bir keyif sormayın…”

Fatsa’da yetişkinlerin kurduğu sistemin içinde çocukların sosyal duygusal becerilerinin geliştiğini, sorumluluk aldıklarını, katılım haklarını kendi kararlarıyla ve örgütlenme deneyimleriyle hayata geçirebildiklerini öğreniyoruz. Farklı coğrafyalarda, farklı siyasi koşullarda, farklı tarihlerde de bu, böyle olabilir. Fatsa’daki çocukların “yetişkinler tarafından politize edildiği” görüşünde, çocukların edilgen olduğuna, eylemlerini ve değer özerkliklerini yalnızca yetişkinler aracılığıyla kazanabildiğine dair bir ön kabul var. Bu ön kabulün tamamen doğru olmadığını, çocukların çevrelerinden öğrendiklerini kendi deneyimlerine dönüştürdüklerini, eleştirel düşünme becerilerini ve katılım haklarını hayata geçirdiklerini düşünüyorum.

Bugün, yükselen alternatif eğitim ve pozitif disiplin çağında çocukların birer özne olarak yetiştikleri toplumun içinde kendi sözleriyle ve eylemleriyle varlık gösterebilmesini hedefliyoruz. Her insan gibi bulunduğu topluluğa aidiyetinin gelişmesi, çevreye duyarlılığının artması, pasifize bir gözlemci olmaktan çok hareket kabiliyetine ve yeterli alana sahip olmasını arzuluyoruz. Yani, hem bir hak hem de gelişimsel bir ihtiyaç olarak çocuk katılımının gerçekleşmesinden bahsediyoruz. Örneğin zorbalık vakalarında başka akranların bu zorbalıkla ilgili neler yapabileceği, güvenli akran müdahalelerinin nasıl olabileceğini konuşuyoruz. Yıllar önce Fatsa’da çocukların şiddete karşı bilinçlenmesini ve şüpheli gördükleri herhangi bir durumu belediyeye bildirmesini de bu minvalde değerlendiriyorum. 

Fatsa Çocuk Korosu şarkıları

“Bugün koronun sanatsal açıdan doyurucu olmadığını görüyoruz. Bu bir nesnellik… O günlerde Fatsa’da kitlesel bir coşku yaşanıyordu. Özgücümüzle bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Nota çalışması yapacak bilgi birikimimiz ve zamanımız yoktu ki… Bizi o koşullar yarattı.. Hoş olan da buydu… Koronun dışında da politik bir atmosfer vardı. Her şeyden önce çocuktuk… Etrafınızda bir sürü olay yaşanıyordu ve biz çocuklar bunun dışında değildik. Evlerimizdeki insanlar havadan sudan konuşmuyordu. Gözünüzün gördüğü, kulağınızın duyduğu her yerde politika vardı. Ahmet Hoca’ya fraksiyonlar arasındaki farkı bile soruyorduk. Biz çocuklar her şeyi duyuyorduk…”

(Leyla Gedik ile Söyleşi, Sezai Sarıoğlu, Nar Taneleri: Gayrıresmi Portreler, İletişim Yayınları, 2018)

Fatsa Çocuk Korosu’nun bugüne ulaşan, en temiz ses kayıtları Ada Müzik Yayıncılık’tan çıkan “Fatsa Çocuk Korosu, Ali Asker Gençlik Korosu ODTÜ-ÖTK Şenlikleri 1979-1980” başlıklı belgesel kasette yer alıyor. Kaset 1994’te basılmış. Heybesindeki müzik hikayelerini dinlemekten, okumaktan büyük keyif aldığım Murat Meriç 2017 yılında Gazete Duvar’daki yazısında “1980 yılında, 8 – 14 Nisan tarihleri arasında, Fikri Sönmez’in himayesinde yapılan Fatsa Halk Kültür Şenliği sahnesine çıkan enteresan bir koro var: Ali Asker’in çalıştırdığı Fatsa Çocuk Korosu.” diyor. Günümüzün çocuk şarkılarıyla gönlümüze taht kuran Şubadap Çocuk’un da Ekmek ve Gül’e verdiği bir röportajda şunu söylediğine rastlıyoruz: “Fatsa’nın efsanevi belediye başkanı Terzi Fikri döneminde ortaya çıkan, Ali Asker ve Mehmet Gümüş’ün müzikal çabalarının sonucu Fatsa Çocuk Korosu”. Koronun internetteki aynı kayıtlarına da parantez içinde Ali Asker notu düşülmüş. 

Sanırım bu belgesel kasetten kaynaklanan bir yanlış anlaşılma var. Ahmet Özdemir’in ismine rastlamadan önce ben de koroyu Ali Asker’in çalıştırdığını zannediyordum fakat buna dair herhangi bir kaynak bulamadım. Albümün kartonetinde de böyle bir bilgi geçmiyor. Koro şefi Ahmet Özdemir’in, Ahmet Özdemir’in oğlu ve koro üyesi Kerem Özdemir’in ve Leyla Gedik’in anılarında da böyle bir anekdota rastlamadım. Koronun Ali Asker’le aynı sahneyi paylaştığına, Ali Asker’in Gençlik Korosu’yla birlikte şarkılar seslendirdiğine emin olabiliyorum. ODTÜ-ÖTK Şenlikleri’ndeki kayıtların yer aldığı belgesel kasetin bir yüzü Fatsa Çocuk Korosu’na ve devamında sadece Ali Asker’e, diğer yüzü de Ali Asker ve Gençlik Korosu şarkılarına ayrılmış. Kaynaklara baktığımızda koronun tek şefi, halk korosunun şefi, Mehmet Gümüş’ten zaman zaman destek alan kolaylaştırıcısı Ahmet Özdemir. Kendisini 1997 yılında Esenyurt Belediyesi Çocuk Korosu Gülücükler Rüzgarda albümünde de Dursun Mehmet Gümüş’le koro şefi olarak görüyoruz. Bu albümde Esenyurt Belediyesi Çocuk Korosu’nun sesinden Fatsa Çocuk Korosu’nun birçok şarkısıyla karşılaşıyoruz. Refik Durbaş, 1992’de Cumhuriyet Dergi’de “Fatsalının İnadı, Fatsalının Hayali” başlıklı küçük söyleşisinde de Ahmet Özdemir’in Fatsa Çocuk Korosu’nun ve Esenyurt Belediyesi Çocuk Korosu’nun kurucularından olduğunu belirtiyor. “Ama tevazu içinde bunu pek söylemiyor (…) çocuklarla paylaşıyor yaptıklarını” diye de ekliyor. Belki bu tevazu sebebiyle Ahmet Özdemir’in adını kolayca duymuyor, iğneyle kuyu kazar gibi buluyoruz. Ali Asker’in ismini duymamız belgesel-kasetin yanı sıra belki de koronun, şenlikler ve sahneler için ondan profesyonel bir destek alması olabilir, ki bu sadece bir varsayım…

Fatsa Çocuk Korosu şarkıları kimi için “Bunlar nasıl şarkılar? Çok ürkütücü!” kimi için “Helâl olsun çocuklara, daha o yaşta neler neler öğrenmişler!”, kimi içinse “Sempatik tabii ama biraz garip sözleri…” Hem hepsi hem de hiçbiri. Şarkıları ilk dinlediğimde benim duygularım şaşkınlık ve meraktı. İlk dinlediğim şarkı “Çocuk İşçi Marşı” olarak da bilinen “Ben de Varım”dı. Makarenko’nun Kulelerde Bayraklar kitabındaki çocukları anımsamıştım. Sanki kitaptakine benzer bir 1 Mayıs Kolonisi’ne denk gelmiş gibi irkilmiştim. Şarkıların çoğunda çocukların bilişsel gelişimlerini göz önünde bulundurarak soru işareti koyabileceğimiz pek çok ifade yer alıyor: “Açlık, yoksulluk bizim/ Yaşamak hep onların/ Soygunu defetmeye (? -yok etmeye) savaşta ben de varım!” 

ODTÜ-ÖTK Şenlikleri kayıtlarından derlenen belgesel kasetteki Fatsa Çocuk Korosu şarkıları “Sen Güzel Çocuk”la başlıyor: “Sen güzel, güzel çocuk, neden aç insan? Asalaklar tıkınır senin sofrandan! (…) Sen güzel, güzel çocuk, oku ve öğren, nesiller bilsin! Seni kimler sömürür doğru bilesin!” İkonik bir karakter olan Hasan Dayı ile devam ediyor. Hasan Dayı “derdi çilesi bitmez” bir çiftçi, rençber, toprağa çapa vuruyor. Hasan Dayı hikayesi içinde çocuklardan şunu duyuyoruz: “İşçi-köylü el ele, kavga böyle sürecek!” Devamında şarkılardan “El Kapıları” geliyor. El Kapıları, aslında Nazım Hikmet’in Davet şiirinin son iki kıtasının uyarlaması, alkışlarla bitiyor. Sonra biraz La Fontaine tadında bir şarkıyla devam ediyor kaset. “Büyükçe bir kümese bir gün tilki dadanmış” ve sonra ne olmuş dersiniz? “Tavuklar savaşmadan özgürlük yok demişler” Tabii ki tavuklar ve horozlar örgütlenmiş ve tilkilerle mücadele etmeye başlamış… Devamında “Ben de varım” geliyor: “Onlar bize her zaman çok tembelsiniz derler/ Tarlada, fabrikada hep çalışanlar bizler” Sanırım koronun en bilinen şarkılarından biri. Devamında “Yoksul Çocuklar” geliyor. Bana biraz tiyatral Cem Karaca şarkılarını hatırlatıyor. “Yoksul çocuklarız, sabahleyin kalkarız, kuş lastiği satarız, şiş göbek patlatırız!” Başka bir şarkıya geçiyor koro, bir solo duyuyoruz: “Ben köyde yaşıyorum, yollarda koşuyorum, birazcık karnım doysa sevinçten coşuyorum” Hemen koro giriyor: “Pazartesi şehirde annemler yoğurt satar, fındık ve sebzemizi zenginler bizden kapar (?)” Yeniden solisti duyuyoruz: “Bir gün gelecek biz de hakkımız’ alacağız, bir avuç soyguncuyu yurdumdan kovacağız” Koro yeniden: “Güzel yurdum ben seni canımdan çok severim, düşmandan kurtulursan ancak benimsin derim” Alkışlar… Son şarkı, en bilinen şarkılarından biri daha “Çarşıya Vardım” adlı Kayseri türküsünün “şiş göbek”le ünlenen Fatsa uyarlaması: “Onlar şiş göbekli, ben cüce kaldım”  Onlar; ağalar, patronlar, karaborsacılar, hırsızlar; yani şiş göbekliler…

Sınıfsal farkındalığın, sınıf bilincinin çetin mücadelesinin çocukların dilinde su yüzüne çıktığını duyuyoruz. Savaşta çocuklar da var… Düşman var, soyguncu var, sömürü var, güzel bir yurt için “can feda” var… Elbette bu şarkıları duyan ve başka çevresel koşullarla büyüyen çocuklar için ürkütücü birçok ifade içeriyor. Çocuk gelişimi ve psikolojisi bağlamında incelediğimizde de gelişimin mihenk taşı olarak gördüğümüz temel sosyal duygusal ihtiyaçlardan biri olan “güven” üzerine bizi düşünmeye sevk ediyor. Fındık üreticisi ailelerin “Fındıkta Sömürüye Son” mitingine Devrimci Çocuklar pankartıyla katılmış çocukların; sokaklardaki balçıkla, çamurla boğuşan halkın “Çamura Son Kampanyası”nda yetişkinlere su ve yemek taşıyan çocukların şarkılarını dinliyoruz. Çocukların daha “sevimli” şeylerden bahsetmesini beklemek irrasyonel bir beklenti gibi geliyor bana. Her gün çamura batıp çıkmış, fındık üretiminin ve fındık sömürüsünün içinde doğmuş, halkın kendi kendini yönetmeyi bilfiil deneyimlediği ve yetişkinlerin politik kimlikleriyle öne çıktığı bu yerelde çocukların kendi gerçekliğiyle tutarlı mesajlar verdiğini görüyoruz. Gelişime uygun mu? Hem uygun hem de değil, hangi gelişimsel perspektiften ele aldığınıza göre değişen çok yönlü ve çok boyutlu bir çocukluk deneyimi Fatsa’daki. Bugünün yaşantısı, kendi deneyimimiz ve hak savunuculuğumuzun yaygın liberal heyecanıyla “Ama orada da şöyle demeselerdi, öyle de yapmasalardı” temennisinde bulunmak, gerçeği yadsımaya niyetlenmek, sterilize çocukluklar arzulamaktan başka nedir, diye düşünmeden edemiyorum. Bildiğimiz bir gerçek var: Çocukluk, sosyal ve kültürel bağlamda standardize edilemiyor. Referans aldığımız gelişimsel süreçleri de sosyo-kültürel bağlamın etkisini göz ardı ederek değerlendirmek, tamamlanmamış bir sonuç veriyor. 

Peki ya sonra? Nokta Operasyonu ve iki ay sonra 12 Eylül 1980… Çocukların anılarında Nokta Operasyonu da 80 darbesi de tahmin edebileceğiniz üzere korku, kaygı, öfke, üzüntü gibi duygularla ilişkileniyor. Mahallesini, Fatsasını savunmaya çalışanlar, saklanan ya da yakılan çocuk kitapları, tankların geçeceği yollara cam kırıkları ve çiviler serpmeler, kayıplar, yaslar, cezaevleri, ziyaretler… Sonunda da göç edenler… Leylalar da Samsun’a göç etmiş. Göç ettiği yerde Leyla’nın öğretmeni Fatsa için sınıfta şunları söylemiş: “Leyla’nın geldiği yerde, öyle şeyler oluyordu ki, abi-kardeş birlikte dağa gidiyor, kardeş kardeşe tecavüz ediyordu” Beşinci sınıf öğrencisi, Fatsa Çocuk Korosu üyesi Leyla, yepyeni bir yerde Fatsa hakkında kendi sınıf öğretmeninin söylediği yalanlarla boğuşmuş ve tüm yılı öğretmene “hayır” demekle geçirmiş. İçine kapanmış, sürgün hissederek gittiği yerde daha da dışarlıklı hissetmiş. “Araştırmacının tarafsız olması gerektiğine hiçbir zaman inanmadım” diyen Pınar Selek’e imrenerek, koroyu araştırdığım süre boyunca tarafsız olmam gerektiğine inanmadım. Belki de bu yüzden geçmişte bir düşün içinde yaşamış gibi görünen bu çocukları ve onların deneyimlerini taraflı bir yerden ele aldım.

Fatsa’da çocukların değerlerini ve değer özerkliğinin gelişimini destekleyen birçok kritik çocukluk yaşantısı olduğunu anlayabiliyoruz. Bu deneyimler, çocukların edilgen bir şekilde çevreye maruz kalmadığını gösteriyor. Fatsa’da çocuklar pasifize gözlemciler değiller; yetişkinlerle birlikte hayatın içinde, kendi gelişimsel özellikleriyle ve öğrenme becerileriyle birlikte yaşamın özneleri olarak eylemlilik halindeler. Bütün bunlar olurken sosyoekonomik ve politik çevresel koşulların etkisiyle yetişmekte(ydi)ler. Her insan gibi! Elbette “Çocuklar insandır”, Yaşar Kemal’in de dediği gibi…

KAYNAKÇA

Aslan, B. (2022), Çocuk şarkılarını çocuklarla üreten bir grup: Şubadap Çocuk, Ekmek ve Gül:https://ekmekvegul.net/kultur-sanat/cocuk-sarkilarini-cocuklarla-ureten-bir-grup-subadap-cocuk

Aksakal, P. (1989), Bir Yerel Yönetim Deneyi: Fatsa, Simge Yayınevi

Durbaş, R. (1992), Fatsalının İnadı, Fatsalının Hayali, Cumhuriyet Dergi

Mavioğlu, E. (2008), Bizim Çocuklar Yapamadı: Bir 12 Eylül Hesaplaşması-3, İthaki Yayınları

Meriç, M. (2017), Güneş nereden doğacak?, Gazete Duvar: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/10/15/gunes-nereden-dogacak

Uyan, M. M. (2004), Toplumsal Dalganın Kırılışı: Fatsa (1978/ 1980), Arayış Yayınları

Sarıoğlu, S.  (2018), Nar Taneleri: Gayrıresmi Portreler, İletişim Yayınları

Sarıoğlu, S. (1996), Doğusu Batısı Olmayan Sözcükler, Çiviyazıları Yayınevi